İki boyutlu resimleri genellikle üç boyutlu algılama eğilimindeyiz. Örneğin, Şekil 1'deki figür çoğumuzda bir kutu algısı doğuruyor. Oysa ki aynı şekli pekala 2 karenin diyagonal çizgilerle birleştirilmiş formu olarak da yorumlayabiliriz (nitekim çizerken bu yolu kullanıyoruz). Bunu bildiğimiz halde şekli kutu olarak algılamaktan vazgeçemiyoruz. Şekil 1
İşte figürleri böyle 3 boyutlu algılama eğilimimiz kimi zaman bir takım problemlere yol açabiliyor. Şekil 2'ye göz atalım. İlk bakışta 3 boyutlu bir nesne gibi görünüyor olsa da, farklı bakış açılarından farklı özellikler kazanabiliyor. Şeklin sağ kısmını elimizle kapadığımızda 3 çatallı, sol kısmını kapadığımızdaysa 2 çatallıymış izlenimi veriyor. Bütüne baktığımızdaysa her iki form arasında gidip geldiğinden fiziksel olarak olanaksız bir nesne halini alıyor. Şekil 2 Bu şekiller, figürün belli bölgelerinde piktoral ipucu yasalarına sadık kalınıp bütünde bunlara meydan okunarak oluşturuluyor. Peki, piktoral ipucu ne demek? Piktoral İpuçları: Bu ipuçlarına "resimsel (piktoral)" denmesinin nedeni tıpkı resim, fotoğraf gibi hareketsiz 2 boyutlu görüntülerde bile derinliği algılamamıza yardımcı olan tek ipuçları olmaları. Piktoral ipuçları gölgelendirmeler, perspektif, birbirini kapatan şekiller olabilir: Bu tabloda, daha öndeki nesnelerin altlarındaki nesneleri kapatışı, arkada kalan kısımların daha "koyu" resmedilişi piktoral ipuçlarını oluşturuyor. Tüm bu ipuçları, bizlere uzaklık ve derinlik konusunda bilgi veriyor. Herhangi bir figür piktoral yasalara uymadığında tamamen düzlemsel, uyduğundaysa 3 boyutlu algılanıyor. Bazı kısımlarında uyup bazı kısımlarında uymadığındaysa olanaksız bir şekil formunu alıyor. En güzel olanaksız şekil örneklerininse M. C. Escher tarafından verilmiş olduğunu söylememiz yanlış olmaz: M. C. Escher - Waterfall Hepimiz biliyoruz ki resimler doğaları gereği 2 boyutlu. Ancak çoğu zaman 3 boyutlu nesnelerin temsillerinden oluşuyorlar. 3 boyutlu algıyı uyandıran pek çok ipucu bulunuyor. Piktoral ipuçlarını anlatırken bunları halihazırda sıralamıştık. Escher'in Waterfall adlı tablosunda suyun izlediği yol perspektif ve büyüklük ipuçlarıyla katman katman değil de sanki tek bir seviyede uzaklaşıyormuş algısını uyandırıyor. Escher, suyun içinde aktığı duvarlardaki tuğlaların büyüklüğünü de değiştirerek etkiyi kuvvetlendiriyor. Olanaksız şekillerin ardında yatan sırrı yakaladığımıza göre kendi olanaksız şekillerimizi yaratmamız da mümkün. Eğer ki çizdiğiniz olanaksız figüreleri bizlerle paylaşmak isterseniz sitemizde yayımlamaktan mutluluk duyacağız. HAYALET YÜZLER Eğer ki ekrandan uzaklaşma imkânınız yoksa Marilyn Monroe'yu halen görebilirsiniz! Bu resmi bir Word sayfasına kopyalayıp, sayfayı %30 büyüklüğüne getirin. Einstein'ın resmi bir anda Monroe'nun resmine dönecektir. Resme yakından bakınca Albert Einstein'ı, uzaktan bakıncaysa Marilyn Monroe'yu görüyoruz. Benzer algıyı yaratan resimlerin tümü sanki hayalet imgelermişçesine bakış mesafesinden kimlik değiştirebiliyorlar. Bu resimler farklı filtrelerden geçirilmiş iki resmin tek bir ortak imgede birleştirilmesinden oluşturuluyor. Oluşan bu ortak imgeye iki resmin hibridi deniyor. Bu filtrelerden biri düşük uzamsal frekansları elerken, diğeri de yüksek uzamsal frekansları süzüyor. Yakın mesafelerde yüksek uzamsal frekanslar görüntüde baskın yer kapladığından yüksek uzamsal frekanslardan oluşturulmuş resim göze çarpıyor, uzak mesafelerdeyse detay bilgisini kaybedip yalnızca ana hatları seçebildiğimizden düşük uzamsal frekanslardan oluşmuş resmi görebiliyoruz. İşte ikinci bir örnek daha... Alttaki resimde de masada oturan kişi ve masanın üstündeki eşyalar yüksek uzamsal frekans bilgisi taşıdığından resme birkaç metre uzaktan bakıldığında kayboluyorlar. Bilim insanları görsel sistemimizde de değişik uzamsal frekanslara duyarlı filtreler (hücreler) bulunduğunu ve farklı beyin bölgelerinin farklı frekanslara daha duyarlı olabileceğini öne sürüyor. Bu filtreleri daha iyi anlayabilmek için isterseniz aşağıdaki figüre hep beraber göz atalım: Bu figürde ilk kolonda bulunan resimler tıpkı günlük hayattaki algımız gibi. İşte bu resimler, aslında yanlarında bulunan iki farklı filtrenin birleşiminden meydana geliyor. İkinci kolonda yüksek uzamsal frekans bilgisi içeren resim, üçüncü kolondaysa düşük uzamsal frekans bilgisi içeren resim yer alıyor. Sizler de fark edeceksinizdir ki figüre uzaktan baktığınızda ikinci kolondaki görüntüler siliniyorken üçüncü kolon netleşmekte. Yakından bakıncaysa tam tersi gerçekleşmekte. İşte, beynimizde de farklı hücrelerin farklı frekansları kodladıkları, daha sonra bunların birleştirildiği ve uzamsal algının gerçekleştiği düşünülüyor. Kaynak: Daha fazla hibrid resim için http://cvcl.mit.edu/hybrid_gallery/gallery.html adresini ziyaret edebilirsiniz. KÖR NOKTA Pek çok kişi görsel olarak algıladıklarının gözleriyle gördüklerinin aynısı olduğunu düşünür. Oysa ki algı aşamasında beyin salt gözden gelen uyarımları değil, önceki deneyimlerden doğan beklentileri de hesaba katarak fizik dünyada var olmayan uyaranları sanki oradalarmışçasına yorumlayabilir. Örneğin, çok sıcak bir günde araba yolculuğu sırasında biraz ötede asfalt üzerinde sanki su birikmiş gibi algıladığımız olmuştur. Oysa tam o bölgeden geçerken bir de bakarız ki aslında yol kupkuru. Bunun nedeni, sıcak dolayısıyla asfalt üzerinde buharlaşmanın olması ve bu buharlaşma nedeniyle de asfalt yüzeyinin yansıma oranının değişmesidir. Bu noktada dikkatin önemini vurgulamamızda da fayda olacaktır. Bazen birşeye baktığımız halde onu göremeyebiliriz. Zihnimizden bambaşka şeyler geçiyordur, dalmışızdır... Yolda yürürken arkadaşımıza rastlayıp bir süre için onu tanıyamayabiliriz. Ya da baktığımız bir nesneyi göremiyor oluşumuzun tamamen biyolojik kaynaklı bambaşka bir nedeni vardır: Kör nokta! Gözlerimizin anatomisini incelediğimizde ön kısmının bir kamera lensi gibi iş görerek gelen ışık ışınlarının retina tabakasında net bir görüntü oluşturacak şekilde kırılmasını sağladığını görürüz. Retina tabakasında yer alan ışık alıcı hücreler ışık ışınlarını elektrik akımına dönüştürür ve sinyaller beyne doğru yol alırlar. Bu elektrik sinyalleri beyne görme siniri tarafından iletilir. Ancak retinada, tam da görme sinirinin üzerine karşılık gelen noktada alıcı hücre bulunmaz. İşte bu nokta kör nokta olarak adlandırılır. Bu noktada görme gerçekleşmez. Şimdi, hep beraber gözlerimizdeki kör noktanın ispatını yapalım istiyoruz. Çevremize şöyle bir göz atalım. Görüş alanımızda hiç de öyle göremediğimiz noktalar yok gibi, ne dersiniz? Eğer ki gözümüzde ışık hücrelerinin bulunmadığı bir alan varsa bu alana düşen görüntüleri göremememiz gerekiyordu oysa. İşte bu konuda yanılıyoruz. Çünkü her iki gözümüzdeki kör noktalar farklı yerlerde bulunduklarından ve beynimiz her iki gözdeki bilgiyi birleştirerek işlemlediğinden yalnızca bu kör noktaların farkına varmıyoruz. Belki de çok küçükler, farkına varamayacağımız kadar küçükler diye düşünebilirsiniz. Hmm... Pek de öyle değiller aslında: Sol gözümüzü elimizle kapatıp sağ gözümüzü yukarıdaki artı işaretine odaklayalım. Bu şekilde daha sonra yavaşça başımızı bilgisayar ekranına doğru ilerletelim. Bir miktar ilerledikten sonra sonra sağdaki noktayı göremediğimizi fark edeceğiz. Çünkü bu anda nokta sağ gözümüzdeki kör nokta üzerine düşmüş olacak. Daha da fazla ilerlersek noktayı yine görmeye başlayacağız. Aşağıdaki figürde noktanın kör noktaya düştüğü an gösteriliyor: Bu küçük deneyle gözümüzdeki kör noktayı ispatlamış olduk. Heyecan verici, ne dersiniz? Kaynaklar: http://serendip.brynmawr.edu/bb/blindspot1.html Nasıl gördüğümüze ilişkin daha ayrıntılı bilgi ve grafiksel canlandırmalarahttp://www.biltek.tubitak.gov.tr/bilgipaket/duyular/index.html sayfasından ulaşabilirsiniz.
İNSANDA ÜÇ BOYUTLU ALGI YÜRÜYEN AYAKLAR YANILSAMASI Stuart Anstis tarafından ilk kez 2003 yılında ortaya konan bu yanılsamanın hangi fizyolojik ve algısal mekanizmalar çerçevesinde işlediğini irdeliyoruz.
Yanılsamayı görebilmek için tek yapmamız gereken mavi ve sarı dikdörtgenlerki bunlar aynı zamanda yürüyen ayaklar olarak bahsettiğimiz cisimler- görüş alanımızda kalacak şekilde düzeneğin ortasına odaklanmak. Kısa bir süre sonra bu dikdörtgenleri fiziksel olarak aynı hıza sahip olmalarına rağmen farklı hızlarda yol alıyormuş gibi algılayacağız. Diğer bir deyişle biri öne ilerlerken diğeri daha yavaş hareket ediyormuş gibi görünecek. Yanılsamayı daha iyi fark edebilmek içinse arka plandaki çizgileri ortadan kaldırmamız yeterli olacak. Bu durumda iki dikdörtgenin aynı hızda paralel olarak ilerledikleri açıkça ortaya çıkacak.
Cisimlerin hangi hızla hareket ettiğini algılarken arka plan-cisim etkileşimi büyük önem kazanıyor. Şekilde a yatay sütunundaki cisim b yatay sütundakiyle aynı olmasına rağmen algısal olarak a'daki daha hızlı izlenimi veriyor. Stuart Anstis tarafından ilk kez 2003 yılında ortaya konan bu yanılsamanın hangi fizyolojik ve algısal mekanizmalar çerçevesinde işlediğine gelince... Düzenekteki renkleri ortadan kaldırıp yanılsamayı yalnızca siyah ve beyaz rengin varlığında gözlediğimizde beyaz dikdörtgenin yalnızca siyah çizgiden geçerken, benzer şekilde siyah dikdörtgeninse yalnızca beyaz çizgiden geçerken hareket ettiğini algılayabildiğimizi görüyoruz. Bir başka deyişle hareketi algılayabilmemiz için arka planla cismin zıtlık yaratacak renklerde olmaları gerekiyor. Bu bilgi ışığında aynı anda hareket etmeye başlayan biri beyaz diğeri siyah dikdörtgen beyaz-siyah çizgilerden oluşmuş arka planda ilerlerken arka planla aynı anda zıtlık oluşturmadıklarından sanki farklı zamanlarda yol alıyorlarmış gibi algılanıyorlar. Oysa arka plandaki çizgilerin zıtlık derecesini (kontrast) azalttığımızda dikdörtgenlerle olan bu söz konusu etkileşim ortadan kalktığından yanılsama da sona eriyor. Yanılsamayı renkli dikdörtgenlerin varlığında yine aynı şekilde açıklayabiliriz. Ancak arka planla dikdörtgenler arasındaki zıtlık mavi ve sarı renkler söz klonusu olduğunda daha azaldığından yanılsama da kuvvet yitiriyor. Yine de sarı dikdörtgenin siyah çizgi, mavininsa beyaz çizgi üzerindeyken daha hızlı ilerliyormuş gibi algılandığını fark ediyoruz. Kaynak: http://www.michaelbach.de/ot/mot_feet_lin/index.html HAREKET ARTETKİSİ
20 dakika kadar gözümüzü kaydırmadan hareket eden spiralin orta noktasına odaklanmaya çalışalım. Daha sonraysa gözlerimizi odada sabit duran bir cisme çevirelim. Bir bardak, telefon, ya da şişe; herhangi bir cisim olabilir bu. Bir süre baktığımız bu sabit cismin de hareket ettiğini algılayacağız. Daha sonraysa etki kaybolacak.
Literatürde çağlayan yanılsaması olarak da geçen hareket artetkisi belli bir hareket yapısının uzun süreyle izlenmesi sonrasında gözler sabit bir yere odaklandığında bu cisimlerin ters yönde hareket ediyormuş gibi gözükmesi anlamına geliyor. Bu etkinin beyindeki V1 (temel korteks) ve MT bölgelerindeki sinir hücrelerinin adaptasyonu sonrasında bu hücrelerin uyaranlara verdikleri elektriksel yanıtın kısa süreli değişiminden kaynaklandığı düşünülüyor. Kısa bir süre öncesine kadar bilim insanları belli bir hareket yönünü kodlayan hücrelerin uzun süre uyarıldıktan sonra "yorgun" düşüp bu esnada ters yönde hareketi kodlayan hücrelerin sinyal vererek yanılsamayı oluşturduklarını düşünüyorlardı. Zira sabit cisimdeki hareket, adapte olunan hareketin ters yönünde gerçekleşmekte. Ancak artık bugün kabul edilen görüş yorgunluktan çok sinir hücrelerinin yanıt örüntülerindeki değişime vurgu yapıyor. Diğer bir deyişle, adaptasyon sistemin bir zayıflığı olarak değil, çevreye uyumunu sağlayan işlevsel bir mekanizma olarak görülüyor. MÜLLER-LYER YANILSAMASI Orta kısımdaki oku mouse (fare) yardımıyla oynatarak iki taraftaki çizgilerin eşitlendiği noktayı kendi kendimize bulmaya çalışalım! Daha sonraysa simülasyonun yan tarafında bulunan ve metre ayarlarını gösteren kareciğe basarak tahminimizde ne derece yanılmış olduğumuza bakalım. Okumuzu genellikle orta noktanın soluna koyma eğiliminde olduğumuzu fark edeceğiz.
Umuyoruz bu tahminler eğlenceli birer oyuna dönüşmüştür bile. İşte, 1889 yılında ortaya konan Müller- Lyer yanılsaması bilim insanları için de o senelerden beri eğlenceli bir oyun olmaya devam ediyor. Ancak yanılsamalar eğlenceli oldukları kadar, bilime de hizmet eden önemli araçlar. Öyle ki, bilim insanları yanılsamaları görsel algı işleyişlerimize ışık tutmak için kullanıyor. Müller-Lyer bilim dünyasında da epeyce popüler olsa gerek, nedenlerine değin bugüne kadar 12'yi aşkın kuram ortaya konmuş. Bunların içinde en çok kabul göreni beynimizin iki çizginin görece derinliği arasında karşılaştırma yaparak hataya düştüğünü öne sürüyor. Şöyle ki, günlük hayatımızdan, dışa açılan köşelerin uzak, içe bükülen köşelerinse yakında olmalarına alışkınız: İçe bükülen köşeler, 3 boyutta genellikle bize daha yakındır. Dışa bükülen köşeler, 3 boyutta genellikle bize daha uzaktır. Bunu göz önünde bulunduran beynimiz, 2 boyutlu düzlemde bulunan iki çizgi için de aynı 3. boyut yorumunda bulunarak dışa dönük işaretin içinde kalan çizgiyi olduğundan daha uzun algılıyor. Peki, uzaklıkla uzunluk arasındaki ilişki ne olabilir? İşte yanıtı: Şekilde gördüğümüz iki çizgi normalde aynı uzunlukta (İnanamıyorsanız cetvelle ölçebilirsiniz). Ancak perspektifi düşündüğümüzde, uzaktaki bir çizginin retinamıza düşen 2 boyutlu görüntüsü yakındakiyle aynı uzunluktaysa, uzaktaki çizgi gerçekte çok daha uzun olmalıdır. Nitekim şeklimizde uzaktaki çizginin yakındakine olan benzer uzunluğu yeşille gösterilmiş 2. ve 3. yatay çizgilerin içinde kalmaktadır. Bu şekilde gördüğümüz yanılsama Müller-Lyer yanılsamasının bir eşi. Müller-Lyer'de de böyle bir perspektifsel yorum söz konusu. Yukarıdaki açıklamalarımız doğrultusunda dışa dönük işaretin içinde kalan çizgiyi olduğundan daha uzun algıladığımızdan, simülasyonda metremizi gerçek orta noktanın solunda bırakma eğiliminde oluyoruz. Bir anlamda 2 boyutlu şekli, 3 boyutlu yorumladığımızdan hataya düşüyoruz. Not: Bu ve benzer yanılsamaları yorumlarken, cisimlerin gözümüzdeki retina tabakasına düşen görüntülerinin 2 boyutlu olduğunu ve 3 boyutlu görüntüyü beynimizde yarattığımızı aklımızda bulundurmamızda fayda var. Dolayısıyla 3 boyutlu görüntünün kendisi de zaten bir anlamda "yanılsama". Müller-Lyer ve Kültür Yanılsamayı açıklarken içe ve dışa dönük okların 3 boyutlu yorumunda binalardan bahsettik. Peki, ya bizim anladığımız ya da alıştığımızın dışında evler kuran toplumlar? Yuvarlak ve açısal köşeler barındırmayan yapılarda oturan Afrika'daki Zulu kabilesiyle araştırmalar yürüten bilim insanları, bu grupla Müller- Lyer yanılsamasının etkisinde azalma gözlemlemiş. Animasyon: Sinan Erdem PINNA-BRELSTAFF YANILSAMASI Ortadaki mavi çarpı işaretine odaklanalım. Bir süre sonra, içe büzülüp dışa genişleyen çemberlerin sağa ya da sola doğru hareket ettikleri yanılsamasına kapılacağız. İstersek butonlar yardımıyla büzülme ve genişleme hızını ve dolayısıyla da yanılsamanın kuvvetini arttırabiliriz. Yanılsama diyoruz çünkü gerçekte sağa ya da sola hareket yok. Tek yaptığımız şekli yaklaştırıp uzaklaştırmak. Peki, öyleyse yanlış algımız neyin sonucu? Öncelikle sorumuzu bilimsel olarak tanımlayalım: Ne zaman ki 2 boyutlu durağan dokular gözümüzün çeperlerine doğru genişleyip büzülme hareketi gösteriyor, gerçek hareket yönüne dik bir başka hareket algılıyoruz. Tıpkı Pinna çemberlerinde olduğu gibi! İkinci basamakta da sorumuza yanıt arayalım: Hücrelerimizin yalnızca kendi uzamsal alanlarına rastgelen özel uyaranlara yanıt verdiklerini biliyoruz. Özel uyaran ne olabilir? Örneğin, bir göz hücresi için ışık, ya da deri hücresi için ısı. İşte, tıpkı bunlara benzer özelleşmiş bazı hücrelerimiz de harekete duyarlı. Kapsama alanlarına hareket eden bir cisim girdiğinde, sinyal vermeye başlıyorlar. Ancak hareketin yönünü belirleyebilmek bir hücre için hiç de öyle kolay değil. Kimi zaman kuşkulu durumlar oluşabiliyor. Böylesi durumlardan biri de şu: Farz edelim ki, yukarıda şekildeki yuvarlak harekete duyarlı hücrelerimizden biri olsun. Siyah çizgiler yukarıya da ilerliyor olsa tam sağa da ilerliyor olsa hücre farklı zamanlarda aynı uyarımı gösterecek. Nasıl mı? Aşağıda daha detaylıca açıkladık:
Bir bilim insanı yukarıda görülen baklavamsı yapıyı hareket ettiriyor diyelim. Harekete duyarlı hücrelerden biri de tam köşeye, siyah dairenin olduğu yere denk gelmiş. Yanda, zaman 1 ve zaman 2'de bu hücrenin içini dolduran uyaranı görüyoruz. Baklavamsı yapı yukarıya da, sağa da ilerletilse, hücredeki görüntü işte bu olacak. Peki, hücremiz hareket yönünü nasıl anlayacak dersiniz? Tam karara varamayacak. Bazen hareketi yukarıya doğru, bazense yana doğru algılayacak (bkz: http://iua-share.upf.es/wikis/seminaris/index.php/Image:Aperture_problem_animated.gif Linkteki animasyonda hareket aşağıya mı yoksa sola mı?) Sizler de fark etmişsinizdir ki, bu ikilem iki hareket yönü arasında 90 derece açı farkı olduğunda ortaya çıkıyor. İşte, söz konusu yanılsamamızda da böyle bir etki söz konusu. Çemberdeki dokuların gölgelendirilmesi öyle yapılmış ki, büzülüp genişlediklerinde, harekete duyarlı hücreler, sağ ya da sola hareket ediyorlarmış gibi de algılayabiliyorlar. Animasyon: Sinan Erdem PONZO YANILSAMASI
PONZO YANILSAMASININ YANITI Anımsarsanız Ponzo Yanılsaması'nın altında yatan nedeni sormuştuk. Niçin resmin üst kısmında bulunan sarı çizgi alt kısmında bulunan sarı çizgiden daha uzun görünüyor olabilir? (Fiziksel olarak uzunluklarının eşit olmasına rağmen!). Sorumuzun yanıtını Sevil Çimir verdi. Okuyucumuz Sevil Çimir'in yanıtı: Adını italyan Mario Ponzo'dan alan bu yanılsamanın nedeni tamamen perspektiftir yani uzakta olanın daha küçük gözükmesi de denilebilir. Nasıl ki yakını daha büyük görüyorsak uzağı da daha küçük görüyoruz ama eşit uzunlukta iki çizgi konulduğunda uzakta olanın yanındaki çizgiler uzakta olduğu için olduğundan küçük görünecekler , yakında olanlar ise olduğundan büyük... Sonuç olarak çizgilerden birini kısa görünen çizgilerin arasına ötekini de uzun görünenlerin arasına koyduğumuzda, kısa çizgilerin yanında duran daha uzun görünecektir ... TEST: ŞAŞI BAK ŞAŞIR Bir önceki testimizde ismini sorduğumuz filmin adı "Sil Baştan" (Eternal Sunshine of the Spotless Mind) idi. Doğru yanıtı ilk olarak Figen isimli 16 yaşındaki lise öğrencisi bir okuyucumuzdan aldık. Kendisini kutluyoruz. Bu haftaki testimizse bir "Şaşı Bak Şaşır". Özellikle de 1990'ların başında tüm dünyada bir salgın haline gelen ve her derginin arka kapağında kendisine mutlaka bir yer edinen şaşı bak şaşırlardan üç boyutlu görüntü nasıl elde ediliyor olabilir? Bu sorumuzun yanıtını gelecek hafta vereceğiz. Sizlerdense verdiğimiz görüntüye derinlemesine baktığınızda ne gördüğünüzü iletmenizi istiyoruz. Her bir gözünüzü motif üzerinde tekrarlanan dokulardan ikisine odakladığınızda anlamlı bir imge size doğru havalanarak üç boyutlu görüntü verecek. Bu imgenin ne olduğuna dair doğru yanıtını inciayhan@yahoo.fr adresine ismi, soyadı ve adresiyle birlikte yollayan ilk okuyucumuz bizden bir kitap ödülü kazanacak. GÖZLERİ ALDATAN GÖRÜNTÜLER A ve B ile işaretlenen kareler aslında aynı renkteler.
İSPAT | | | Her ne kadar A ve B harfleriyle işaretlenmiş kareler farklı renklerdeymiş gibi görünse de aslında renkleri birbirlerinin aynısı. | | A ve B kareleri aynı renkli dikey iki çizgi arasında bırakıldıklarında iki karenin gerçekte aynı renklerde oldukları açığa çıkıyor. |
HALA İNANMIYORUM DİYORSANIZ;
• Resmi bir de "photoshop"a koyabilirsiniz: Her iki karedeki grilerin RGB değerleri aynı ve 120-120-120. • Resimlerin çıktılarını alarak kareleri kesebilirsiniz: Kesmiş olduğunuz kareleri birbirleriyle karşılaştırdığınızda aynı olduklarını görebilirsiniz. AÇIKLAMA Görsel sistemimiz dünyadaki tüm nesnelerin renklerini belirleme ihtiyacı içinde. Bizim durumumuzda ise belirlemeye çalıştığı renkler yüzeydeki A ve B karelerinin içinde kalan alandaki grilerin tonu. Bu işlemleme sırasında ise görsel sistem renkleri algılama düzeyinde pek çok ipucu kullanıyor. Gölgesi yüzeye düşen silindirik cisimde bu ipuçlarından bir tanesi. Öncelikle yerel renk tezadına göz atalım. Gölgede olsun ya da olmasın eğer ki bir kontrol noktası çevresindeki noktalardan daha aydınlık ise ortalamadan da daha aydınlık olarak varsayılıyor. Şekilde gölgede kalan beyaz kareler kendilerinden daha koyu karelerle çevreleniyorlar. Kare normalde fiziksel olarak daha koyu olmasına rağmen çevresindeki koyu karelerin etkisiyle daha aydınlık olarak algılanıyor. Gölge dışında kalan alanda ise koyu kareler açıklarla çevrelendiğinden zıt etki görülüyor. İkinci önemli nokta ise gölgeleri çevreleyen sınırlar. Gölgeler genellikle yumuşak geçişli köşelere sahip oluyor; ancak bizim durumumuzda karelerin sınırları kesin çizgilerle belirli. Görsel sistem aşamalı renk geçişlerini göz ardı ederek yüzeylerin rengini gölgelerden etkilenmeyerek belirliyor. Şekilde de gölgeyi gölge olarak algılanır kılan belirsiz görüntüsü ve bu gölgeyi yaratan cismin açıkça görülüyor oluşu. Birbirlerine birleştirilmiş olan 4 adet kare ise ortalarındaki kareyi oluşturmuş oluyor. Görsel sistem, böyle bir birleşimde kareler arasındaki farkı renk farkı olarak yorumlarken ışık-gölge etkisini göz ardı ediyor. Kaynak: http://web.mit.edu/persci/people/adelson/checkershadow_illusion.html AY YANILSAMASI (Niçin Ay Ufukta Daha Büyük?) Bulutsuz gecelerde -hele ki bir de şehrin ışıklarından yoksun sakin bir kasabadaysanız- gecenin ilerleyen vakitlerinde elinizde bir fincan çay, gökyüzünde parıldayan dolunayı seyretmenin keyfi bir başka olur. Samanyolu, yıldızlar, dolunay derken kaybolur gidersiniz gökyüzünde. Takımyıldızları içinizden geçirir, adlandırmaya çalışırsınız baktığınız yıldız kümelerini. Yazı geride bıraktığımız şu günlerde, eminim içimizde bu şölenin keyfine doya doya varmışlarımız, belki de iç geçirip sıcak yaz günlerini ananlarımız çoktur. Peki, hiç fark ettiniz mi, kimi zaman, ay ufuk çizgisine yaklaştığında daha büyük görünür gözlerimize, tıpkı kocaman bir ışık topu gibi. Sanki gökyüzünde asılı durduğu gecelerden çok daha farklı gibidir, çok daha büyük. Gözlerimizi aldatan bu görüntünün sebeplerine dair bugüne dek pek çok kuram atıldı ortaya. Bilim insanları yıllarca ayın bizlere oynadığı bu oyunun gizlerini çözmeye çalıştı. Ve bugün, bu alanda biriken bilgi dağarcığımız öyle gösteriyor ki, ayın bu "büyük" gizeminin ardında yatan bizlere oynadığı bir oyun değil, aslında basit bir algı denklemi. Ay, gökyüzünde asılıyken gözlerimize daha küçük görünüyorken ufuk çizgisine yaklaştıkça daha büyük görünmeye başlıyor.
Her ne kadar ay yanılsamasına dair söylenenler dallanıp budaklansa da, ne yazık ki bugün genel geçer kabul gören tek bir açıklamadan bahsedemiyoruz. Ancak yanlışlanmış kuramları bir kenara koyduğumuzda halen ayakta sağlam durmayı başarabilen ender bir açıklama bulunuyor. Bu açıklamaya geçmeden önce, psikoloji alanında "yasa" olmayı başarabilmiş nadir kuramlardan birinin üzerinden tekrar geçerek hatırlamakta fayda var: "Emmert'ın Uzaklık Yasası" Emmert'ın Nesne Büyüklüğü Yasası: Uzaklık algısı, deneysel psikologların ilgi alanına giren en önemli olgulardan biri kuşkusuz. Sağlıklı bir insanın görüş mesafesinin hiç de küçümsenmeyecek bir alanı kapsadığını düşünecek olursak, görüş alanımız içindeki nesnelerin gerek birbirleriyle gerekse durduğumuz noktayla olan uzaklık bağıntılarını çıkarsamak evrimsel açıdan bizlere büyük avantaj sağlayarak, hayatta kalma olasılığımızı arttırıyor. Uzaklık algısı, nesne büyüklüğü algısı ile de yakın ilişki içerisinde. Örneğin, uzaktaki nesneleri küçük, yakındakileri daha büyük görüyoruz. Uzaklaşan nesneler giderek küçülürken, yakınlaşanlar giderek büyüyor. İşte, Emmert'ın Yasası da tam bu noktada devreye giriyor. Bir formülle açıklamamız gerekirse: Algılanan Nesne Büyüklüğü = Görsel Açı × Uzaklık İki resmi karşılaştırdığımızda ikincisinin gözümüze daha "garip" geldiğini görüyoruz. Çünkü dünya bilgimiz bizlere uzaklaşan cisimlerin küçülüp, yakınlaşan cisimlerin büyüdüğünü dikte ediyor. İkinci resim ise bu bilgiye ters düşüyor. Emmert'ın Yasası'na göz attığımızda, yabancısı olabileceğimiz bir değişkenle daha karşılaşıyoruz: "Görsel Açı". Peki, görsel açı nedir? Görsel Açı: Görsel açı için retinamıza düşen görüntünün büyüklüğü de diyebiliriz aslında. Öyleyse, cismin retinamıza düştüğünde oluşturduğu açı küçüldükçe cismin de küçüleceğini varsayabiliriz, tıpkı Eski Yunan düşünürlerinden Euclid'in da belirttiği gibi. Ancak tam bu noktada büyük bir yanılgıyla karşılaşabiliyoruz. Çünkü küçük bir cisim gözümüze daha yakınsa uzaktaki büyük bir cisimle eşit açı yaratabiliyor. Bu durumda, her ne kadar büyüklük algısındaki önemi yadsınamasa da görüş açısı, nesnelerin büyüklüğüyle ilgili olarak bizlere çok da sağlam yanıtlar veremeyebiliyor. Çünkü işin içine farklı uzaklıklar girdiğinde bizleri yanıltabiliyor. Her iki şekilde de nesnelerin retina üzerine düşen görüntülerinin oluşturduğu açı aynı. Bu durumun sağlanabilmesi için yakındaki nesnenin daha küçük, uzaktaki nesnenin ise daha büyük olması gerekiyor. Farklı uzaklıklardaki nesnelerin büyüklüklerini saptama konusunda salt görsel açıya güvenemeyeceğimizi gördük. Öyleyse, aradaki uzaklığı da göz önünde bulundurmamız gerekiyor. Tıpkı, Emmert'ın bahsettiği gibi. Emmert Yasası, bir nesnenin algılanan büyüklüğünün görsel açı ile uzaklığın çarpımından elde edilebilecek bir fonksiyon olduğunu belirtiyor. Yani gözümüze küçük bir açıyla bile düşse, eğer ki bir cisim çok uzaktaysa aradaki mesafeyi hesaba katarak onu yine de "büyük" olarak algılayabiliyoruz. Cisimlerin büyüklüklerine dair görsel tutarlılığımız da işte bu şekilde gerçekleşebiliyor. Cisimlerin büyüklüklerine dair görsel tutarlılığı mesafeleri göz önünde bulundurarak gerçekleştiriyoruz. Uzaklık - Derinlik İlişkisi: Herhangi bir görüntüde nesneler arası uzaklık ilişkisi ne kadar belirginse derinlik de o denli keskin ve gerçekçi oluyor. Zaten günümüzdeki 3-boyut teknolojileri de insan algısının kullandığı derinlik ipuçlarını simüle ederek geliştirilmeye çalışıyor. Derinlik algısına dair kullandığımız pek çok ipucu ve sistem bulunuyor. Ancak burada, kısaca ay yanılsamasında oldukça büyük önem kazanan "piktoral" (resimsel) ipuçlarından bahsedeceğiz. Öncelikle isminin nereden geldiğine bakalım. Bu ipuçlarına "resimsel" denmesinin nedeni tıpkı resim, fotoğraf gibi hareketsiz 2 boyutlu görüntülerde bile derinliği algılamamıza yardımcı olan tek ipuçları olmaları. Piktoral ipuçları gölgelendirmeler, perspektif, birbirini kapatan şekiller olabilir. Aşağıdaki tabloya beraber göz atalım: Bu tabloda, yollardaki taşların giderek küçülmesiyle desteklenen perspektif, daha öndeki nesnelerin altlarındaki nesneleri kapatışı, arkada kalan kısımların daha "koyu" resmedilişi piktoral ipuçlarını oluşturuyor. Tüm bu ipuçları, bizlere uzaklık ve derinlik konusunda bilgi veriyor. Ay Yanılsaması: Yukarıda anlattığımız bilgiler doğrultusunda esas konu başlığımıza, ay yanılsamasına geri dönüyoruz. Sorumuz şu: "Niçin ay gökyüzünde küçük görünüyorken ufuk çizgisine yaklaştıkça daha büyük görünmeye başlıyor?" Ay ufuk çizgisine yaklaştıkça yeryüzünde uzaklık algısını destekleyecek ipuçlarıyla aynı karede yer almaya başlıyor. Ağaçlar, çimenler, evler, dereler ve bu nesnelerin bir perspektif içinde sıralanışları, görsel algımıza, uzaklık ve derinlik konusunda pek çok ipucu sunuyor. Dolayısıyla, her ne kadar ayın dünyaya olan mesafesinin sürekli olarak aynı kaldığını bilsek de, yanılsamaya düşerek onla aramızdaki mesafeyi daha uzak algılıyoruz. Oysa ay gökyüzünde asılı durumdayken bize uzaklık konusunda ipucu verecek hiçbir görsel eleman bulunmuyor, boşluğa bakıyoruz. Dolayısıyla bilinç dışı olarak, ayı kendimize daha yakınmış gibi algılıyoruz. "Eğer ki ayı kendimize daha yakın algılıyorsak onu daha büyük görmeliyiz" diye yorumlayabilirsiniz. Ancak bu noktada da Emmert'ın Yasasını uygulamaya koyuyoruz: Algılanan Nesne Büyüklüğü = Görsel Açı × Uzaklık Bizim durumumuzda, ayın gözümüze geliş açısı sabit. Çünkü ayın büyüklüğü, gökyüzünde asılı da olsa, ufuk çizgisine de yaklaşsa sabit. Uzaklık algıları ise farklı. Ufuk çizgisine yaklaştıkça, ay daha uzak algılanıyor. Ay, piktoral ipuçlarından dolayısıyla ufuk çizgisine yaklaştıkça daha uzakta, gökyüzünde asılıyken ise bu ipuçlarının yoksunluğundan dolayı daha yakında algılanıyor.
Dolayısıyla da, ayın algılanan büyüklüğü, ufuk çizgisine yaklaştıkça artıyor. Daha yakın algılanan gökyüzünde asılı ay ise daha küçük algılanıyor. |